Piyasaya yeni çıkmış olan “Sabir, Sekel, Avar ve Bulgar Etnik Meselelerinin Çözümü” adlı kitap bugüne değin Doğu Avrupa tarihi ile ilgilenen tüm tarihçileri ve araştırmacıları meşgul etmiş Sabir, Sekel, Avar ve Bulgarların etnik aidiyetlerine yönelik bilim dünyasında mevcut olan tüm savları sorgulayan ve bu meselelerin çözümüne dönük karşıt savları içeren bir çalışmadır.
Kitapta bilim dünyasında ilk kez de olsa Ural’ın doğu yakasında iki ve aynı dağ kitlesinin batı yakasında da sesçil açıdan birbirlerine yakın ancak köken itibariyle tamamen farklı iki kavmin var olduğu ya da diğer bir ifadeyle Avrasya coğrafyasında 4 Sabir kavminin mevcudiyeti delilleriyle açıklanmakta olup, uzun bir zamandan beri bilim dünyasında söylenegelen
Doğu Anadolu kökenli Sa(s)peir adlı kavim ile Uralların doğu yakasındaki Sabir kavmi arasındaki sözde bağlantının hiçbir şekilde gerçeği yansıtmadığı öne sürülmektedir.
Uralların doğu tarafını ve Tobol çevresini mesken tuttuğu söylenen Sabir kavminin yaşadığı coğrafyanın asla ve asla burası olmadığı aksine Altay bölgesi ve de Hakas bozkırı ve Baykal gölü civarı olduğu Tobol çevresine yaşayan kavmin ise Ptolemeus’un coğrafya kitabında Ural dağının hemen doğusunu mesken tuttuğu söylenen Macar kavmi olduğu muhakkak olan Massaei etnoniminin bitişiğindeki coğrafyayı mesken tutmuş bir kavim olan Syuebi {ki, bu kavim adı Topkapı Sarayı’nda yakın bir zamanda gün yüzüne çıkartılıp Almancaya çevrilen ancak Türkiye’deki bilim dünyasının haberi dahi olmadığı, Bizanslı bir papaz tarafından kaleme alınan Codex Seragliensis GI 57 adlı Ptolemeus’un coğrafya kitabının bilinen en eski nüshasında Syeber olarak anılır} olduğu iddia edilmektedir. Syeberlerin ne Altay bölgesindeki Sabirlerle ne Doğu Anadolu’yu mesken tutmuş Saspeir kavmi ile ve ne de Orta İdil boylarının mesken tutmuş Savar kavimleri ile bir bağlantısının olmadığı savı dillendirilmekte ve De Administrando Imperio’da zikredilen Sabar(toi) ve de Volga Bulgar topluluklarından biri olan Suvarların Ptolemeus’daki Syeberler olduğu öne sürülüp,Macar göçü ile alakalı sav ekteki haritanın da yardımıyla kitapta şu şekilde açıklanmaktadır:
“Aslen
Kırgız bünyesi içerisinde yer alan Sabir (belki de onlardan ayrılıp başka adı benimsemiş Şor Türkleri )kavmi daha doğudaki Furi adlı kavmin baskısıyla hemen bitişiklerindeki Abar (Kabar) adlı toplulukla birlikte Hakas bozkırlarından batı istikametinde göç ederek Tobol çevresini mesken tutmuş kendilerine yakın bir adı taşıyan Suvar’ların üzerine düştüler. Bu coğrafyanın sākinleri Suvarlar’ın esas zümresi kuzeydoğudan gelen tazyik neticesinde önce güney sonrada kuzeybatı yönünde bir yol takip ederek Orenburg bölgesine kaçtılar. Önlerinden kaçan ilk kafileyi takip etmeyen ana Sabir kitlesi daha güneye inerek, depremle yerle bir olmuş Bakath adlı şehri terk ederek muhtemelen Aral Gölü’nün kuzey tarafına çekilen Oŋogur’lara çarptılar. Oŋogurlar darbenin etkisiyle batıya kaçmak zorunda kaldılar ve Türk renk verme sistemine göre Azak Gölü’nden kuzeybatı istikametinde bir mansabı tutmuş olması muhakkak olan Sarogurların üzerine yıkıldılar. Böylelikle yönünü Orenburg’a çeviren ilk kitlenin saldırıdan kurtulmasına karşın daha güneyde kalanlar mecburen batıya göç ettiler ve Doğu Avrupa coğrafyasına giriş yaptılar. Bu kavimler göçüne sayıca küçük olan Ogur grupları da katılmışlardı. Hazar’ın kuzeyini dolanan Sabirler yönlerini daha doğuya çevirerek Hazar Denizi’nin batı yakasını mesken tuttular. Sarogurlar Orta Dinyeper boylarını kendilerine yurt edinmiş Akatir halkının coğrafyasına doğru ilerlerken, Oŋogurlar Don ve Donetz Irmaklarının birleştikleri sahanın hemen doğusunu iskân eylediler. Böylelikle, Büyük Macaristan(Magna Hungaria)’nın kuruluş tarihinin tam tamına 463 Sabir göçü olduğunu artık gönül rahatlığıyla söyleyebilmekteyiz. Ve
Macarlar Peçenek saldırısına kadar burada kaldılar. Sibirya’ya ismini veren kavim Tobol çevresini mesken tutmuş Suvar kavmi değil Altay bölgesini yurt edinmiş Kırgız kökenli Sabirlerdir ve tarihte Kırgızlar tarafından kurulan ilk devletin Hazar Devleti olarak alınması gerekir.”

Günümüzde Kazakistan bozkırlarında yer alan Madiyar yani Macar adlı kavmin esasen Sabirlerin Macar ve Syeber(Suvar) adlı kavimlere yaptığı tazyik neticesinde Tobol çevresinden güneye kaçan bu Macar kavim olduğu ve Macarların diğer zümresinin Syeberler ile beraber Sabir baskısıyla Kafkasya’ya sürüldüğü konusu da kitapta işlenmektedir. Hazar ünvanı olan İşa’nın Kırgızların tarihsel süreç içerisinde kullandığı baba anlamına gelen Aje ünvanı olduğu ve bu Hazar ünvanının aslında Fin-Ugor dillerine âit Fince İsä“baba”, Estonca İsa “baba”, Lap lehçesinde âččĕ~âʒe “amca, baba”, Vogulca ääći“dede”, Yukagirce ećie “baba”,Macarca ὅs “ata”, Çeremisçe ǝzä “büyük kardeş, amca”, Selkup Samoyedcesinde ǝsy “amca”, Yenisey Samoyedcesinde ese“baba”vb. sözcüklerden başka bir şey olmadığı iddia edilmektedir.
Kitap içerisinde 9.yüzyıl Doğu Avrupa sahasında yaşayan halkların coğrafyalarının neresi olduğuna dönük tespitleri içeren Türkiye’de yapılmış ilk çalışma da yer almakta ve Magister P. Adlı biri tarafından 1205 yılında kaleme alınmış eski bir Macar yıllığının Macarların Don bataklıkları çevresinde yaşadıkları yurt olarak naklettiği Dentumogeria ifadesinde tek bir ülkenin mevcut olmadığı bu adın hem Lebedia’yı hem de Etelközü’nü ifade ettiği ilk kez de olsa öne sürülmekte ve Mogeria hecesinin 13. yüzyıldaki Split(Hırvatistan) şehrinin Katolik başdiyakozu ve tarihçi Thomas’ın Macarların Panonya’ya varışından bahsettiği bölümde dile getirdiği Mageria adlı Macar yurdu olduğu iddiasında bulunulmaktadır.
Sekellerin ise Peçenek göçü ile Doğu Avrupa’ya gelmiş ve Volga Bulgar devletinin etnik topluluklarından birini teşkil eden Eskel olduğu ve Eskellerin Macarların Lebedia’dan Etelközü’ne göç ettiği esnada kuzeyden güneye inerek Macar bünyesine katılmış Karluk boyu Askel olduğu öne sürülmekte, Peçeneklerin Orta Asya’dan göçü ilk kez de olsa bir nedene bağlanmakta ve Peçeneklerin Başkurdistan’ı dolanarak Orta Avrupa’ya adım attığı savı ortaya konulmaktadır.
Bulgarların etnik kökeninin Hunların Ogur gruplarıyla birleşerek ortaya çıktığı yönündeki bilim dünyasında hâkim olan sava ise bizzat Bulgarlar tarafından kayıda geçirilen bir verinin çözülmesi ile ortaya çıkartılan Hunların Azak Denizi’nin hemen yukarısındaki coğrafyayı mesken tutan Kuturgurlar ile ortak bir kader ittifaklığı tesis ettikleri yönündeki karşıt bir sav ile cevap verilmektedir. Kitaptan bir alıntı şu şekildedir:
“Hunların Kutrigurların başına geçtiğini ve onlarla birlikte hükümranlık sürdüğünü doğrulayan en kuvvetli delil Bulgar Hanları Listesi’nde geçen ve bugüne değin tüm tarihçilerin, dilbilimcilerin ve araştırmacıların gözünden kaçan şu beyanatta gizlidir. Bahsi geçen listede, kimi itirazlar dışında tarihçilerin çoğunluğu tarafından
Attila olarak teşhis edilen en baştaki kişi Avitohol’dan başlanarak ilk beş yöneticinin adı verilir ve hemen ardından şöyle bir açıklama getirilir : “Bu 5 han Tuna’nın öbür tarafında
kazınmış başlarla hüküm sürdüler ve sonra İsperih Han Tuna’nın bu tarafına geldi; ve işte hâlâ(hüküm sürüyor)”
Kazınmış başlar ifadesi Bulgar hanlarının yahut halkının saçlarını kazıttıkları şeklinde düşünülmüştür. Lâkin, cümle Bulgar hanlarının saçlarını kazıttığını doğrulayacak bir emâre barındırmıyor. Aksine, bu açıklama yöneticilik makamındaki Hun soyundan gelen Bulgar hanlarının kader birliği yaptıkları bir topluluk için kullanılmaktadır.
Tekin, Nemeth’in kutrigur sözcüğünün ilk hecesinde görmeye çalıştığı Genel
Türkçe tokuz “9” kelimesinin Bulgar Türkçesindeki r’li biçimi tokur’un metatez şekli olduğu fikrine karşı çıktığı yazısında bu sözcüğün “kel, dazlak”anlamlarına gelen Kotur ~ Kutur sıfatıyla da ilintilenebileceğini ve -gur hecesinin Altay kavim adlarının sonundaki çokluk eki – gir’in yuvarlak ünlülü şekli olarak da açıklanabileceğini öne sürmüştür. Amma velâkin o da kıyısından yakaladığı bu anlamın gerçek özüne vākıf
olamayarak aynı kavim adı hususunda bilim dünyasında mevcut olan görüşü benimsemekte karar kılmıştır. Esasen Hanlar Listesi’nde zikredilen [kazınmış başlılar (=kel başlılar)] ifâdesinden kastın tartışmasız Kutrigurlar olduğunu rahatlıkla öne sürebilmekteyiz. Böylelikle, sayın Tekin getirdiği önerme ile Hunların Kutrigurların başında olduğu savımızı tarihsel gerçeklerin farkında olmaksızın doğrulamıştır. Görüldüğü üzere, Sandil’in ifadeleri Bulgar Hanları Listesi’nde geçen beyanatlarla birebir örtüşüyor.”
Kitapta Doğu Avrupa tarihinde 3 Bulgar topluluğunun var olduğu iddia edilip, Bulgarların Kafkasya’da bulunduğunun en büyük delillerinden biri olarak göserilen Zakharias’ın listesinde Kafkasya’yı mesken tutmuş halklar olarak zikredilen başta bwrgr(bulgar) olmak üzere wgor(ogur),kwrtrgr(kuturgur/kotzager?), ‘br (abar), b’grsyq(bagrasik), kwls(kwalis >Kolch), ‘bdl,(Abdel), ‘ftly(Eftalit) adlı toplulukların bilim dünyasında ilk kez de olsa bu sahadaki varlığı Kök Türklerin batı yönünde yayılma stratejisi doğrultusunda Eftalitlerle girişmiş olduğu silahlı mücadelenin İç Asya’yı özellikle de Soğdiyana bölgesini harap bir hale getirmesi neticesinde bu bölgenin ve diğer çevre coğrafyaların sâkinlerinden Bulgarların, Eftalitlerin, Kolkhların Abdellerin vb. diğer etnik grupların Hazar’ın doğusundan batısına geçişi olarak açıklanmakta ve bu listede zikredilen Bulgar kavminin hiçbir biçimde Attila’nın Hunları ile bağlantılı olmadığı öne sürülmekte ve tarihçilikte Bulgar diye bilinen topluluğun gerçekte Bulgar adını benimsemiş Hunlar olduğu ve Proto-Bulgar yazıtlarının ise esasen Hunların diline ait yazıtlar olduğu iddia edilmektedir.

Eserde Hunların hiçbir zaman Kafkasya’ya inmediği aksine onların Kuturgurlar ile beraber Ukrayna topraklarını mesken tuttukları, Bulgarların Karadeniz’in kuzeyinde yaşadığını söyleyen Jordanes’den başlamak üzere De Administrando İmperio ve Cafer Tarihi’ndeki Kara Bulgarlara ve Hudud-ul el-alem adlı coğrafya kitabındaki İç Bulgarlara kadar tüm verilerin Bulgarların Ukrayna topraklarında yaşadıkları ve Büyük Bulgaristan’ın asla ve asla Kafkasya’da kurulmadığı tersine Ukrayna bozkırlarında böylesi bir birlikteliğin(Hun ve Kuturgur) Büyük Bulgar Devleti’nin öz nüvesini teşkil ettiği fikrine Büyük Bulgaristan’ın kurulduğu yer ile alakalı tüm verilerin en ince ayrıntısına varıncaya kadar tetkik edilmesi neticesinde ulaşılmaktadır. Büyük Bulgaristan’ın kurulduğu coğrafi muhit ile ilgili en büyük ipucu olan Kupi Irmağı’nın Kafkasya’daki Kuban Irmağı ile bir ilgisi olmadığı aksine bu adlandırmanın Ukrayna’daki İngulets Irmağı’na ve Herodot’un kitabında Karadeniz’in kuzeyindeki bir ırmak olarak zikredilen Hypan adlı bir ırmağa dönük gönderme olduğu ve Doğu Avrupa coğrafyasında Kuban adıyla 3 ırmağın bulunduğu ilk kez de olsa öne sürülmektedir. Bilim dünyasında Büyük Bulgaristan’ın neresi olduğuna dönük yapılmış bu zamana kadarki en ileri ve kapsamlı çalışmanın kitapta yer aldığını gönül rahatlığı ile söyleyebilmekteyiz.
Kitapta ilk kez de olsun Ogur kavim adının tarihi kaynaklar ışığında ne anlama geldiği de gösterilmektedir.
Avar göçü meselesinin esrarı ise Türk kimliğinin Göktürk kağanlığı şahsında şaha kalktığı ve esaretten özgürlüğe uzanan ilk yıllarda birbirine yakın tarihlerde gerçekleşen üç göç olayının var olduğu ve Avrupa’ya varan
Avarların bu 3 göç hadisesinden birisi neticesinde Doğu Avrupa’ya vardığı şeklinde bir savın tetkiki ile çözüme kavuşturulmaya çalışılmaktadır.
Kitapta Oğuz Kağan
Destanı’nda ilk kez de olsun Kimmerlerin varlığı ortaya çıkartılmakta ve Ergenekon sözcüğünün demir anlamına gelen Lazca’daki
erkina sözcüğü ile irtibatlı olduğu öne sürülmektedir.
Bu eser aynı zamanda Hunların ve İskitlerin diline dâir en ileri çözümlemeleri içermektedir. Örneğin, Çin kaynaklarında Hunların dili ile ilintili olarak zapta geçirilen ve Pulleyblank’ın Moğolca ve Türkçe hiçbir karşılığı olmadığını öne sürdüğü su yu “tereyağ” adlandırmasının Türkçe sağ yağ “tereyağ”, Hunca yenki“ruj, allık” sözcüğünün Türkçe eŋgi,”ruj, allık” olduğu, bu ve benzeri bir dizi sonuca kavuşturulamamış kelimelerin Türkçe izahatı ilk kez bu kitap aracılığıyla bilim dünyasına takdim edilmektedir. Ramsted’in günümüze değin gelen tek Hunca cümle içerisinde keşfettiği l>ş denkliğine dönük ses denkleminin Asya Hun dilindeki varlığını doğrulayan ikinci l>ş denklemi de ilk kez yine bu kitap aracılığıyla bilim dünyasının takdirine sunulmaktadır. Kısaca kitabın baştan sona bir ilkler kitabı olduğunu gönül rahatlığı ile söyleyebilmekteyiz.